
Dr. Selahaddin Semiz
“Allah yolunda öldürülenlere: Onlar ölülerdir. demeyin. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.” (Bakara 154)
Sedat Yenigün’ün Hayatı
1980 öncesi Türkiye’deki İslami grupların tanınmış isimlerinden olan Sedat Yenigün, 5
Temmuz 1980 tarihinde bir suikast sonucu şehid oldu.
1950 yılında Erzincan’da dünyaya gelen Sedat Yenigün, ilkokulu Erzincan’da, liseyi Vefa
Lisesinde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünden mezun
oldu.(1974) Darüşşafaka lisesinde Edebiyat ve Hitabet öğretmenliği yaptı. Daha sonra
Zeytinburnu İhsan Mermerci lisesinde Edebiyat öğretmenlik mesleğini icra etti. Şehadetine
kadar bu okulda öğretmenlik ve idarecilik yaptı.
Sedat Yenigün, Vefa Lisesi son sınıfta iken, liseli gençlerle birlikte Milli Türk Talebe
Birliği’nde (MTTB) faal olmaya başlamıştı. Bilhassa MTTB’deki gençlerle seminer ve okuma
faaliyetleri yapan Yenigün, İslam medeniyetini anlamak, irfan dünyamızı tanımak için İslamcı
düşünürlerin eserleri ve günümüzde yaşayan İslam âlimleri ile gençleri tanıştırıyordu. Kendisi
bir öğretmen, bir yazar olmanın yanı sıra gurup, ırk ve parti ayırımı gözetmeden insanları
İslam’a davet eden bir tebliğciydi.
1969 yılında MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki tarihi binasına atılan bombayla, yakın arkadaşı
Mustafa Bilgi’yi kaybetmişti. Bir süre MTTB’de Kültür Müdürlüğü ve Basın Yayın
Müdürlüğü yapan Yenigün daha sonra MTTB Genel yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. Bu
görevleri sırasında yapılan açık oturum, konferans ve seminerler ile İslami manada ciddi bir
kültür havası meydana geldi. MTTB Bülteninin çıkmasına öncülük etti ve uzun bir süre
yayınına ara verilen Milli Gençlik Dergisinin yayınlanmasında önemli katkıları oldu.
Öğretmenliği süresince birçok günlük, haftalık ve aylık yayın organlarında yazılarını
“Mehmed Mengüç Yenigün” müstear adıyla kaleme almıştı. Milli Gazete, Yeni Devir, Milli
Gençlik, Hareket, Düşünce, Sur, Çatı, Sebil, Tevhid, Hicret ve İslami Hareket yazılarının
yayınladığı gazete ve dergilerdi.
1977 yılında çıkarmaya başladığı İslami Hareket Dergisi, İslam’ı pratiğe dökecek bir hedef
doğrultusunda bir dergi olup otuzuncu ve son sayısı Eylül 1980’de çıkmıştı. Zaten 12 Eylül
Darbesi sonrası dergi kapanmıştı. Sedat Yenigün’ün ‘Gel Ey Zulüm, Gel Ey Zulmün Ta
Kendisi’ başlığını taşıyan son yazısı da İslami Hareket Dergisinde yayınlanmıştı.
Akıncılar ve İstanbul Kültür Ocağı (İKO) merkezli olarak faaliyet gösteren İslami Hareket,
daha canlı ve daha İslami bir çizginin tutturulmasını hedeflemişti. Yazı ve açıklamalarda
“Türkiyeli Müslümanlar” ifadesi özellikle kullanılmış, İslami Hareket’in ne olduğunun tarifi
üzerinde durulmuş, dil konusunda hassasiyet gösterilmiş, ümmete dair algının tesisi için İslam
coğrafyasındaki gelişmeler konu edilmişti. Yenigün, yaşadığı dönemde Kuran ve Sünneti esas alan, irfan geleneğinden beslenen İslamcı düşüncenin gelişmesinde önemli rol oynamış bir
aydındı.
Çok sayıda gencin yetişmesinde emeği olan Sedat Yenigün, 5 Temmuz 1980 günü İskender
paşa camiinde ikindi namazını kıldıktan sonra gittiği Fatih Akşemseddin Caddesi’ndeki berber
dükkânında faili meçhul bir suikast sonucu şehit düşmüştür. Sedat Yenigün evli ve 2 çocuk
babasıydı. Vefat ettiğinde üzerinden kısa hayatının özeti gibi olan Şeyh Sadi’nin şu
beyitlerinin yazdığı bir kağıt çıkmıştı: Yadında mı doğduğun günler/Sen ağlardın gülerdi
alem/ Öyle bir hayat yaşa ki mevtin/Sana hande olsun herkese matem
Sedat Ağabeyi Nasıl Tanıdım?
5 Temmuz 1980 Vefa İlim Yayma Yurdunda tıp fakültesi 1. Sınıf öğrencisiydim. Final
sınavlarım bitmiş kalan birkaç günde kitap okuma bazı sosyal çalışmalara katılma niyetiyle
yurtta kalıyor memlekete gitmeyi bekliyordum. Yurtta sohbet ettiğimiz arkadaşlarla “Ne
olacak bu memleketin hali?” üzerine derin düşünceler ve konuşmalar içerisindeydik. O
günlerde bir arkadaşımız sohbet ettiğimiz yurdun Ekmekçizade medresesinden kalma
odasından içeriye heyecanla girdi ve acı bir ses tonuyla “Duydunuz mu Sedat Yenigün’ü
vurmuşlar” dedi. Gönlümüzü derin bir üzüntü ve acı kaplarken dudaklarımızdan ‘Hepimiz
Allah’a aitiz ve ona döneceğiz’ ayetleri döküldü.
12 Eylül Darbesi’ne birkaç ay kala her gün benzerlerini duyduğumuz cinayetler serisine bir
yenisi daha eklenmişti. Her gün öldürülen onlarca gençten biri daha vurulmuştu. Ateş düştüğü
yeri yakar misali tanıyanların, sevenlerin, ailesinin içerisine kor gibi bir ateş düşmüştü. Bu
ateşin ne kadar acı ve yakıcı olduğunu ileriki yıllarda Sedat Ağabey’in ailesini yakından
tanıyınca daha iyi anlayacaktım.
Benim Sedat Ağabey’i tanımam ise şahadetinden 2 ay önceydi. Sınıf arkadaşlarımızdan Adem
isimli bir tıp öğrencisi ile Vefa Yurduna gelmiş benim de aralarında bulunduğum 10 kişi
kadar tıp öğrencisiyle sohbet etmişti. Tıp öğrencilerinin finaller öncesi dönemde ders çalışma
öncelikleri nedeniyle sohbeti kısa tutması istenince “Bu kadar önemli bir meseleyi kısa
anlatamam. Siz de biraz vakit ayırın canım” deyişini hatırlıyorum. Hatırımda kaldığı kadarıyla
sohbetinde İslami Hareket ve düşüncenin inceliklerinden, birlik olmanın öneminden,
Müslümanların dertleri ile dertlenmekten, tarih ve dava şuurundan bahsetmişti.
Aydınlık, tertemiz bir siması vardı. Adeta İslamcı gençliğin simgesi denecek kadar samimi,
sakin, tertemiz bir yüz ve billur gibi tatlı bir İstanbul ağzıyla yaptığı kısa ve akıcı sohbeti
hafızamda kaldı. O anlatırken heyecanı, samimiyeti, dava aşkı bizi de sarıyor, onunla beraber
mazlumlara üzülürken zalimlere karşı nefretimiz artıyordu. Onunla beraber İslam dünyasının
tarihinde şanla ve şerefle gezinirken günümüzdeki perişanlığımıza üzülüyorduk.
12 Eylül Darbesi öncesinde sağda ve solda çatışan guruplar adeta her fikri ve düşünceyi
düşman sayıyor ve bir diğerini öldürmeyi, yok etmeyi davasına hizmet kabul ediyordu. Sedat
Ağabey ise mümince bir tavır ve anlayışla gençlere şiddetten, terörden uzak durmayı, Allah
yolunda kardeşçe yaşamayı, Hakkı ve sabrı tavsiye ediyor, esas düşmanın kötülükleri teşvik
eden çoğaltan zulüm düzeni olduğunu söylüyordu. O’nu terör ve şiddetin hedefi yapan da bu tavrıdır. İşte terör ve şiddet canavarı kendisini söndürmek isteyen bu yiğit dava adamını şehit
ederek bir engeli daha aşmıştı.
Sedat Ağabeyin Ailesiyle Tanışmam
Sedat Ağabeyin ailesi ile tanışmam 1985 yılında oldu. Eşimle tanışmamız sonrasında eşimin
hocasının Sedat ağabeyin eşi Ayşe Hanım olduğunu öğrenince hatıralarım tekrar canlandı.
Daha sonra evlatları Murat ve Halil İbrahim ile tanışıp dost olduk.
Sedat Ağabeyin hanımı bir şehit eşi olmanın vakar ve şerefini kuşanmış, evinin, çocuklarının
hem babası hem annesi olmuş, iki çocuğuna kol kanat gererek büyütmüş örnek bir mümine
hanım timsaliydi. Hayatın zorluklarını tek başına omuzlarken eşinin emaneti olan çocuklarıyla
beraber uğruna şehit olduğu davasını da temsil ve tebliğ etmenin gayreti içerisindeydi.
Edebiyat öğretmenliği yaptığı okullarda, imam hatiplerde bile başörtüsü yasağı nedeniyle çok
sıkıntılar yaşamış, tüm zorluklarla mücadele ederken davasına hizmet etmeyi, gençlere yol
göstermeyi, çocuklarına annelik yapmayı da başarmış bir hanımefendiydi.
Eşimle birlikte ziyaret ettiğimizde talebelerinin tadını unutamadığı karanfil kokulu
çaylarından ikram ederdi. Sedat ağabeyi her anışında hala yaşıyormuş gibi heyecanlanır;
anılarını en ince detaylarına kadar canlı bir şekilde hatırlardı. Edebiyat fakültesinde ilk
karşılaşmalarını, terör olayları sırasında Sedat Ağabeyin militanlarca vurulmak üzereyken
Ayşe Hanımın gayri ihtiyari ‘Allah’ çığlığı ile bir anda oluşan şaşkınlıktan istifade
kurtulmasını, bu bir anlık tanışmanın getirdiği ömür boyu muhabbet ve beraberlik, yaşadıkları
zorlukları ve dava-ruh-gönül dertlerinin dermanı için mürşidleri Mehmet Zahid Efendi’yle
görüşmesini anlatırdı.
Ayşe Hanım birçok genç hanıma olduğu gibi eşime de hocalık ve ablalık yapmış, ona İslami
dava şuurunu anlatmış, İslam’ın ilim ve irfanla yaşanmasının muhabbet ve azmini vermiş,
Allah için dostluğu ve kardeşliği öğretmiş bir mümine hanımdı. Eşime, düğün hediyesi olarak
Sedat Ağabeyin başyazılarını yazdığı İslami Hareket dergisinin kapağında Sedat ağabeyin
fotoğrafı olan ciltli baskısını ve O’nun yazılarından oluşan ‘’Bir Şehidin Notları’’ kitabını
vermişti. Bu dergi ve kitaplarda okuduğum yazılarla O’nu daha yakından tanıma ve anlama
imkânı bulmuştum.
Başka bir hatırasını da şöyle anlatmıştı: Sedat beyin şehadetinden bir müddet sonra oğlu
Murat’ın 4 yaş 4 ay 4 günlük olması ve besmeleyle Kur’an-ı Kerim öğrenmeye başlaması için
İskenderpaşa Camii’ne Mehmet Zahid Hocaefendiyi ziyarete gider. Bed-i Besmele
merasiminden sonra Hocaefendi, Murat’ın başını okşayarak dualar eder ve ilk Kur’an dersini
verir.
Bir Dava Adamıydı
Sedat Yenigün inandığını yaşayan bir mümin, davasını gençlere anlatan bir tebliğci, yazıları
ve sohbetleri ile zulme karşı çıkan bir dava adamıydı. En belirgin özellikleri yiğit bir dava
adamı, gönül ehli çağdaş bir derviş ve ideolojilere meydan okuyan, düşünen, yazan, aksiyoner
bir mümin olması idi.
Cemil Meriç’in dediği gibi “Şuurdu Sedat, samimiyet idi, imandı. Coşkun bir gönüldü.
Zulmün kılıcını kanının ateşinde eritecek kadar coşkun bir gönül. İsa Peygamber zamanında
yaşasa havari olurdu, Asr-ı Saadette bir sahabe.
Gönül Ehli Çağdaş Bir Dervişti
Sedat ağabey bir fikir ve dava adamı olduğu kadar, İslam’ın ihlas ve irfan kaynağı tasavvuf
geleneğinden istifade eden bir gönül eri, çağdaş bir dervişti. Gönülden bağlandığı hocası
Mehmet Zahid Efendi’yi çok sever, dava-fikir-gönül sıkıntı ve zorluklarını onun nasihatleri,
yol göstericiliği ile aşardı. Yazılarında çağdaş İslam düşünürlerinden olduğu kadar
Mevlana’dan Yunus Emre’den örnekler veren gönül ehli bir yazar, iman ve ihlâsla yaşayan
bir Yesevi dervişi idi.
Bir arkadaşından dinlemiştim.“Biz Sedat Bey ile beraber MTTB de gençlik faaliyetleri
yaparken yeni kiraladığımız 5 katlı bir binanın da tadilat ve tamiratı için gayret ediyorduk.
Hem eğitim, kültür ve gençlik faaliyetleri için istişare etmek hem de binada yapacağımız
inşaat ve tadilat ile ilgili bilgi vermek gayesi ile İskenderpaşa Camii’nde Mehmet Zahid Hoca
efendiyi ziyaret ettik. Konuyu anlattıktan sonra Hocaefendi hazretleri bize “Evladım, binalarla
uğraşmayın, insan yetiştirmeye çalışın. Esas önemli ve kalıcı hizmet budur” demişti.’
Nitekim Sedat ağabey kısa hayatı boyunca öğretmenlik mesleğinin verdiği tecrübeyle insan
yetiştirmek, gençliğe dava şuuru aşılamak İslam’ı yaşamak ve yaşatmak, tebliğ etmek
gayretinde olmuştu.
İslamcı Bir Fikir Adamı ve Yazardı
Yazılarında İslam medeniyetinden, günümüzde İslam’ı tebliğ etmenin önemi ve usulünden,
zulüm düzenlerine karşı gelmekten, mazlumun hakkını korumaktan bahseder. Sedat Ağabeyi
anlamak için onun fikir ve gönül dünyasını yansıtan yazılarından bazı bölümleri paylaşmak
istiyorum.
Sedat Ağabey’in oğlu Halil İbrahim Yenigün, “Sedat Yenigün ve Eylem Ahlakı” başlıklı
yazısında babasının hayatı, görüşleri ve ahlakından bahsedip ‘Tebliğde Usul’ adlı yazısını,
onun genel hayat görüşünü yansıtan yazısı olarak tanıtmıştı. Gerçekten de bu yazıda Sedat
Ağabey o günlerde terör ve şiddetin boğucu ikliminde bile tebliğin, insanları hikmet ve güzel
sözle Hakka çağırmanın öneminden bahseder. (1)
Tebliğde Usul
“İnsanları Rabbi’nin yoluna hikmet ve güzel sözle çağır. Bir de onlarla münakaşa ederken en
verimli yol hangisi ise onu tut.”(Nahl: 125)
Müslümanların sayısı çoğaldı. Gençler fevc fevc İslâm’a akıyor. İslâm’ı gelenek seviyesinde
gören insanlarda tecessüs (merak), alâka meydana gelmeğe başladı. Mesele, uyuyan binlerce
insanın kafasında İslâm’ı şekillendirmek, bilmeyenlere sabırla tebliğ etmek. İnsanları Allah’ın
dinine hikmet ve güzel sözle çağırmak!.. Peki bu çağrı nasıl yapılıyor?
Acaba Allah’ın “hikmet”i ve “güzel söz”ü şart koşuşunu müminler ne kadar tatbik ediyor?
Müminler İslâm’ın tebliğ usulünü biliyorlar mı? Uzun vadeli çalışmada hakarete uğramanın,
meşakkatin, bu yolun bir çilesi olduğundan haberimiz var mı? Müminin, vakti-saati
kollayarak İslâm’ın da vakarına gölge düşürmeden, insanlara alay ettirmeden; kendisini
saygıyla dinlettirebilen, onları Allah’ın dinine davet eden Kur’an ahlâklı kaç tebliğcimiz var?
Bu yol İman, Amel-i Salih, Hakkı Tavsiye, Sabrı Tavsiye yolu değil midir? Her sabrımız
taştığı yerde tatmin olalım diye insanlara hakaret, şahsiyetlerini tezyif, inandıklarına küfür ne
kazandırır? “Pis alevi”, “Moskof uşağı”, “Faşist ırkçı” lafları ile nereye varabiliriz?
İtiraf edelim onları kim yetiştirdi, nasıl yetiştiler? Ne okudular? Önce imanlarını kim aldı?
Bunlar nasıl komünist oluyor? Çare nedir? İnandıkları dava nasıl çürütülür? Bunlara İslâm’ın
tebliği ulaşmış mı? Merak ettik mi? Eylemci sol ile eylem sırasında muhatap olmasak da
muhatap olabileceğimiz zamanlar olmadı mı? 1960’dan 1971’e kadar 11 yıllık süre içinde
solun tercüme kültürü karşısına “Kahrolsun komünistler, komünistler Moskova’ya” sözü
dışında hangi ciddi çalışmalar, tebliğlerle çıkıldı? Cevabını verecek olan var mı?
Kim Allah’ın verdiği canı, hem de mü ‘min canını katledeni mazur görür? Ama benim kaygım
Rasûlullah’ın, Ebu Cehil’in oğlu İkrime’nin Rasûlullah’ın huzuruna Müslüman olmak için
gelirken ikazı gibi bir kaygıdır. “İkrime bin Ebu Cehil Mekke’ye yaklaşınca Rasûlullah
ashabına: “Yanınıza Ebu Cehl oğlu İkrime, mümin ve muhacir olarak geliyor. Sakın babası
hakkında kötü söylemeyin çünkü ölüye kötü söylemek, ölüye değil diriye zarar verir,
buyurdu” (Hadislerle Müslümanlık, 1/175).
Korkumuz küfürle, kötü sözle bu teşkilâtlarda İslâm’a meyyal binlerce gence tebliğ imkânının
kapanması, işin kan davasına dönüşerek masumların da canlarının yanmasıdır. Gayemiz
İslâm’ı tebliğdir. “İnsanları Allah’a davet ve kendisi de iyi amel (ve hareket) eden ve ben
Müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet: 32)
Kalbimiz öylesine geniş ki. Biz âlemlere rahmet olarak gelmiş bir peygamberin ümmetiyiz.
Biz kısır söz düelloları yapmaya, “sen yaptın ben ettim” demeye, intikamcılıkla Allah’ın dinini
yaymayı unutmaya gelmedik. Biz Vahşi’nin bile Müslüman olup mümin sahabe sayıldığı bir
dinin sahibiyiz. Biz Hz. Hamza’nın müsle yapılmış yüzünü görerek intikam için yemin eden
Peygamber (s.a.v.)’e “Eğer onlara ceza verecekseniz, size yaptıklarına aynı ile mukabelede
bulunun. Şayet sabrederseniz, sabır sizler için daha hayırlıdır” (Nahl: 126) ayet-i kerimesine
muhatap olmuş bir ümmetiz.
Ne gariptir, onu bu hâle getiren Vahşi müslüman olup yalancı peygamber Müseylemetü’l-
Kezzab’ı öldürme şerefiyle şerefyab olacakmış!.. İslâm tarihinde sahabe diye anılacakmış!
Bu misaller müslümanları pasifize etmek, dağ gibi şehidleri küçümsemek, vuranları mazur
görmek için değildir. İşimizin zorluğu küfürden, tezyiften, intikamdan önce Tebliğ’in
zaruretine işarettir.
Bu örnekler bize itidali, kurunun yanında yaşların yanmaması için aklıselimle hareket etmeyi
öğretiyor.
Bir sahabe Rasûlullaha gelerek -Devs kabilesi Allah’a isyan etti ve bu isyanda diretti. Onlara
beddua et” dedi. Rasûlullah kıbleye doğru döndü ellerini kaldırdı, oradakiler: Devs kabilesinin
işi bitmiştir, dediler.
Rasûlullah ise;- Allah’ım! Devs kabilesine hidayet et. Onları doğru yola getir diye üç defa dua
etti (Buharî ve Müslim).
Hakaretlerin en büyüğünü O gördü ve kimseye beddua etmedi. Hep, kendine hakaret
edenlerin hidayetini diledi. Sahabesi günahkâra bile kızmaktan korkuyordu. Günaha kızın!
deniyordu.
Ebu’d-Derda’ya sordular: “O’na (bir günahkara) kızıyor musun?” cevap verdi: Ben, onun
yaptığı işe kızıyorum. Yaptığını terk ettiği zaman o yine benim kardeşimdir, dedi (Kenz,
2/174).
“Yeşildi Medeniyetimin Adı”
Sedat Yenigün, ‘Yeşildi Medeniyetimin Adı’ başlıklı yazısında Osmanlıdan günümüze İslam
toplumunu anlattır.Yeşil yollardan, yeşil bahçelerden bahseder, gündüz güneşin gece
mehtabın, yeşilin dostu insanları anlatır. Çocuk gözünü açtığında geniş ve yüksek odasının
penceresinden içeriyi dolduran güneş ışığını yeşilin süzgecinden emermiş. Güller bülbüller,
ağaçlar ve mehtap.Bu hava içerisinde doğan, büyüyen, ölen insanlık. İnsanların kendi
ruhlarının ikliminde yaşadıkları, yeşille başlayan, yeşille biten bir hayat…
Zaman değişir. Bir medeniyetin müşterek sükûnunu yaşayan insanlar bir gün acayip bir sesle
uyanırlar. Bir konak büyük bir çatırtıyla yıkılmaktadır. Konakla beraber ağaçlarda
yıkılmaktadır. Kuşlar, böcekler, ürpertiyle kaçmakta, karanfiller, leylaklar boyunlarını
bükmekte, bir konak feryat etmektedir. Yıkılan, çatırdayan bir konak değil feryad eden bir
ağaç değil, susan bülbül değildi. Giden bir âlemdi. Gelen de bir medeniyet, bir zaruret değil;
bir başka ruh, bir başka âlemdi. Bir gün bir beton canavar bütün yeknesaklığıyla yükseliverdi
bir zamanların yemyeşil bahçesinde. Büyüklüğü cesameti ve sertliğiyle yanındaki zarif ve
narin konaklara tepeden bakmaya başladı. Bu beton canavarı diğerleri takip etti.
Artık çocuk kuş sesleri ile uyanmayacak. Bahçelerde koşamayacak. Gül koklayamayacak.
Ninnisiyle ilahi söyleyemeyecek. Anasının beyaz tülbendini göremeyecek. Bülbül sesi
dinleyemeyecek ve gökler âleminin saltanatının ürpertilerini duyamayacak. Bu medeniyet
yeşiliyle, konağıyla, bülbülüyle, ezanıyla, ilahisiyle, mezarıyla, kitabesiyle, seccadesiyle,
camisiyle, kandiliyle kovulduysa.
Kader çizgisidir bu!. Anadolu’dan nice ak sütlü, ak başörtülü anaların, ak alınlı babaların,
ezanlı, ilahili yeşili kıtada, konaklı, büyük ruhlu Süleymanları, Mehmetleri gene fırtına gibi
baştanbaşa Anadolu’yu aşar ve gene yetişir. Varsın yeşili medeniyeti ile kovan karalar, ak
alınlıların geleceğinden habersiz yaşasınlar, çoğalsınlar, toramanlaşsınlar. (2)
Roman Yazmak İstemeyen Adam
Sedat Yenigün bir yazısına ‘’Ben roman yazmak istemiyorum’’ diye başlar. Soğuk bir kış
akşamı dostlarıyla Beyazıt’ta sahaflar çarşısından Veznecilere doğru yürürken gördüğü insan
ve toplum manzaralarını anlatır. Bir öğretmen ve dava adamının hassasiyeti ile sinemalar,
gazinolar, birahanelerin, kumarhanelerin önündeki gençlere üzülerek bakar. Onları adeta
zehirleyen bu ortamı lanetler.
Yol kenarında 15-16 yaşlarında çocukluktan ergenliğe yeni geçmiş genç kızlara sataşan, laf
atan, onları kandırmaya çalışan bıçkın delikanlılara müdahale etmek ister. Genç kızları
uyaracak, bir tuzağa düşmelerine engel olacak, zıpır gençlere de haddini bildirecektir.
Ama arkadaşları onu uyarırlar. Zaten ortam gergin, her gün onlarca insan sebepsiz, anlamsız
olarak teröre kurban gidiyor. “Sende şimdi bu ne idüğü belirsiz gençlerin dalgasına taş atarsan
başın belaya girer, karışma” derler. Sedat Yenigün içinde kabaran öfkeyle gençleri
ahlaksızlığa iten bozuk düzene, ahlaksızlıkları meşrulaştıran cemiyete, gençleri porno filimler
ve açık saçık gazetelerle sapıklığa, ahlaksızlığa iten sisteme sitem eder.
Bu sırada bir dostu şöyle der; “Sen bir yazarsın, acılarını, öfkeni içine at. Bir eser yaz, bir
roman yaz, herkes okusun” der. Sedat Yenigün meşhur bir yazar, herkesin tanıdığı bir
romancı olmak değil, kendini cemiyeti düzeltmeye adamış bir dava adamı, her türlü kötülüğe
isyan eden bir aksiyon adamı olmak istemektedir. Kötülükleri görüp susan, içine atan sonrada
roman yazan, eser oluşturan bir suskun aydın olmak ona göre değildir. (3)
Amerikalı Siyahî Müslüman’dan Bokassa’ya
Adana’da bir Ramazan Bayramında İncirlik üssünde görev yapan siyahî bir Müslüman ile
tanışır. O dönemde dünyaya yeni açılmaya başlayan bir İslam ülkesi olan Türkiye’de özellikle
Afro-Amerikan bir Müslüman ile tanışmak çok heyecanlı bir olaydır.12 Eylül öncesi anarşi
döneminde sokaklarda yürürken ABD’li Afro-Amerikan Müslüman yanındaki arkadaşına
bakarak İngilizce “Kadınlarınız, kızlarınız bu isimle çıkan Amerikan seks dergisinin kapak
kızları gibi giyiniyor” der.
İki yıllık Müslüman bir ABD’li siyahînin bu tesbiti Sedat Yenigün’ü derinden yaralar ve üzer.
Necip Fazıl’ın ‘Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama / Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans
ve Roma’ dizelerini hatırlar. Daha sonraki satırlarda bu üzüntü ile anarşi ve pornonun yaygın
olduğu gençliği anlatırken “Sokakları 2 X idare ediyor; Sex ve Marx” diye konuşurlar.
O günlerde ülkemizde de gösterime giren Çağrı filmindeki siyahi Müslüman Bilali Habeşi
üzerinden tüm Afro-Amerikan Müslümanlarla bağlantı kurar. Daha sonra Afrika’da
Müslümanların yaşadığı zulümleri ve haksızlıkları anlatır yazısında. İngiliz ve Fransız
sömürgecilerinin oyunları ile yıkılan ve ayaklar altında çiğnenen ülkelerin liderleri Bokassa
ve Uganda başkanı İdi Amin den bahseder. Emperyalist devletlerin az gelişmiş ülkeleri çeşitli
oyunlarla sömürgeleştirmesi ve propaganda ile sanki vahşi, cani, zalim kişiler onlarmış gibi
göstermesini anlatır. (4)
Sedat ağabeyin bir yazısına ve röportajına konu olan bu Afro-Amerikan Müslümanı evlerinde
misafir eder ama isminden ve kimliğinden bahsetmez. Yıllar sonra Sedat Ağabey’in oğlu
Halil İbrahim ABD’de doktora yaparken ısrarlı aramaları sonucunda o kişiyle tanışır ve onunla tanışmasını bir yazısında heyecanlı bir üslupla anlatır. Daha sonra benim de İstanbul’da Yenigün’lerin evinde tanıştığım bu siyahi Müslüman Zaid Şakir ABD de tanınan bir imam ve tebliğciymiş.En iyisi konuyu Halil İbrahim Yenigün’ün ‘Meğer O Zaid Şakir imiş’ başlıklı yazısından okumak…
“Amerikalı Müslüman Siyahî Kimdi?
Sedat Yenigün, sağ-sol çatışmalarının gölgesindeki Adana’da ismini her nedense vermeden
“Amerikalı Müslüman siyahî” diye isimlendirdiği kardeşiyle şehirde dolaşmış, ülkenin ve
Müslümanların durumu hakkında onun yorumlarını almış, sonrasında onu kayınpederinin
evinde ağırlayarak arkasında namaz kılmıştır.
Yaptığı röportajında Amerikalının Müslüman oluş hikâyesinden, İslâm’da bulduğu cazibeden
ve fikrî kaynaklarından konuşmuşlardır. Yenigün’ün kapitalist emperyalizmin en büyük
kurbanı siyahîlerden örnek bir insanın ifadeleri ve hikâyesi üzerinden okurlarına vermek
istediği mesaj şuydu:İslâm’ın evrensel çağrısının sadece iman ve ibadeti değil aynı zamanda
ahlâkı, adaleti, siyaseti ve devrimi de içine aldığı ve sağ-sol cenderesinde birbirini yiyen
Türkiye’de İslâm’ın onların ikisinin de dışında sahici bir çözüm alternatifi olduğudur.
Orada hazır bulunanların ifadesiyle misafir aile de Sedat’ın heyecanından, samimiyetinden ve
azminden bir hayli etkilenmiştir. Tanışmanın ve yazının üzerinden bir yıl geçmeden Sedat
Yenigün şehit edilir. İslâmî kesimdeki birçok insanla birlikte o yıllarda hâlen İncirlik’te
bulunan yeni Müslüman bu aile, şehadet haberiyle çok sarsılmıştır. “Müslüman siyahî”
İncirlik’te bulunan on kadar Amerikalı Müslümanla taziye ziyaretinde bulunur. Bir yıl kadar
sonra da bu hatıralarla nerdeyse bir daha dönmemecesine Türkiye’den ayrılırlar.
Randevulaşmamız sonrasında telefonu kapattığımda üzerimden atamadığım bir şok haline
girdim. Saatlerce abartılı denecek bir heyecan içinde kendi kendime “Demek o Amerikan
Müslüman Siyahi benim yıllarca ismini duyduğum ve takip ettiğim, Zaytuna’yı kuran
tanınmış alim ve hatip Zaid Şakir imiş diye haberi çevremle paylaşacaktım.Tanıdıkların
hayretle karışık şaşkınlıkla karşıladıkları bu durum ile Imam Zaid Shakir’i 32 yıl sonra
Yenigünler olarak bir kez daha evimizde ağırlayacağımız randevu gününü dört gözle bekliyor
olacaktım. Babamın Zaid Shakir’le mülakatı ise belki de İmam’ın hayatında verdiği ilk dergi
mülâkatı olarak yerini alacaktı.” (5)
Son Söz
Rahmetli Şehit Sedat Yenigün 1970-80 yıllarında İslamcı gençliğe yön veren, MTTB ve diğer
İslami kuruluşlarda fikir adamı, yazar ve düşünür olarak hizmet eden, söndürmeye çalıştığı
şiddet ve terör tarafından şehid edilen bir gönül eri, yiğit bir dava adamı idi. O hala, Kuran-ı
Kerim Bakara Suresi 154. ayette de bildirildiği gibi fikirleriyle, yazılarıyla, eserleriyle
aramızda yaşamaya devam ediyor.
Kaynaklar
1- Halil İbrahim Yenigün,(2010),Sedat Yenigün ve Eylem Ahlakı,www.dünyabizim.com
2- Sedat Yenigün,(1998),Bir Şehidin Notları,İnkilab Yayınları
3- Sedat Yenigün (1998), A.g.e.
4-Halil İbrahim Yenigün,(2016),Meğer O Zaid Şakir İmiş. www.dünyabizim.com
5-Halil İbrahim Yenigün,(2016), A.g.e.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.