Afrika’nın ucuz hammadde ve iş gücü kaynağı olarak devam etmesi gelişmiş ülkelerin kârları ve zenginliklerinin devamı için zorunludur. AB ve ABD’nin zenginlikleri Afrika ve Ortadoğu’nun kan, gözyaşı ve terinin akmasına bağlıdır. Bu sistem ustaca yüzyıllardır sürmektedir.
Selahaddin SEMİZ Afiyet Hastanesi Başhekimi 4 Ağustos 2022 İnsicam dergisinde yayınlandı
Nebevi Mücadelenin Merkezi Olarak Afrika
Afrika kıtası insanlığın en eski hayat ve medeniyet merkezlerinden birini oluşturuyor. Diğer kıtalardan ayrı kendi halinde yaşamaya çalışan insanların ülkesi olmuş tarih boyunca. Tarihte kimi zaman Nemrutların, Firavunların, Haman ve Karunların ülkesi olurken çoğu zaman da insanlığa yol gösteren İbrahimlerin, Musaların, İsaların, Yakup ve Yusufların ülkesi olmuş. Zulüm ve baskılara karşı mazlum ve mağdur olan Afrika, adaletin, hürriyetin ve insanca yaşamın arandığı yer olmuş tarih boyunca.
Peygamberlerin insanlığa hak, hukuk ve adalet getirdikleri yeryüzü topraklarında, Mısır’da Yusuf’un kardeşlerinin ihaneti ile kuyuya atılması ve köle olarak satılması sonrasında Yusuf’un Mısır’a sultan olması, Afrika tarihinde defalarca yaşanmış bir hikayedir. Adeta şairin ‘akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader’ dediği gibi Afrika, ihanetin, zulümlerin, sömürülmenin kıskacında yoğrularak olgunlaşmaktadır.
Müslümanların ilk hicret yeri Habeşistan olurken, Kuzey Afrika da Avrupa’ya İslam’ın ve medeniyetin yayılmasına öncülük etmiştir. 15. yüzyılın sonuna kadar Afrika ile diğer kıtalar arasında gelişmişlik açısından bir fark yoktur.
Avrupa Medeniyetinin Sömürge Ağında Afrika
15. yüzyılın sonundan itibaren Portekiz ve Belçika’nın öncülüğünde başlayan sömürgecilik ve köle ticareti ile Afrika’nın doğal kaynakları ve insan gücü sömürülmeye başlar. Avrupa ve Amerika’nın gelişmişliğinin arka planında özellikle Afrika’nın emeği, alın teri ve akıtılan kanı vardır.
Son iki yüzyılda yaşananlar Afrika’yı köleliğin, sömürgeciliğin, silah tüccarlarının ve çete savaşlarının yaşandığı bir coğrafya haline getirmiştir. Avrupa devletleri sömürü ve işgallerini meşru hale getirmek üzere 1884’de Berlin’de Afrika Konferansı’nı düzenlerler. Ve çok geçmeden 1910 yılına kadar tüm Afrika’yı işgal edip sömürgeleştirirler.
1900’lü yılların başından beri devam eden Afrika’nın kurtuluş savaşları silah ve teknolojik eksiklerden dolayı başarısız olur. Sudan’da Muhammet Mehdi, Libya’da Şeyh Ahmed Senusi ve Ömer Muhtar, Cezayir’de Halidi Şeyhi Emir Abdülkadir, Ahmed Bin Bella, Tunus’ta Raşid Gannuşi, Mısır’da Hasan El Benna, Nijerya’da Osman Don Fodio ve Ahmedu Bello, Fas’ın büyük mücahidi Abdülkerim el-Mağrubi, Afrika’nın ve İslam’ın özgürlük tarihinde unutulmaz destanlar yazan ve yirmi beş sene yılmadan cihat bayrağını yere indirmeyen Somalili Muhammed bin Abdullah Hasan, 16 Temmuz 1963 günü Eritre cihadını ilan eden Muhtell Tahir ve daha isimlerini sayamayacağımız, hatta bilmediğimiz binlerce İslam özgürlük savaşçısı bu kurtuluş mücadelelerinin sembol isimlerindendir.
1950’li yıllar II. Dünya savaşı sonrası Avrupa devletlerinin gücünün ve baskısının kısmen zayıfladığı dönemler olur. Afrikalılar için zayıf da olsa bir ümit ışığı belirir.
Yapılan mücadelelerde özgürlükler kazanılır ancak bu kez örtülü sömürgecilik devam eder. Afrika ülkelerinin doğal kaynakları ve ham maddeleri batı ülkelerine transfer olur.
Bu sömürünün devam etmesi için Afrika’nın yoksul, cahil ve tefrika ile bölünmüş olması gerekir. Sömürgeciler bunun için ellerinden geleni yaparlar.
Cezayirli mütefekkir Malik Bin Nebi’nin tespiti ile “Sömürülen toplumlar da en az kendilerini sömüren ülkeler kadar suçludurlar, cehaleti, yoksulluğu ve tefrikayı sona erdirmedikleri için sömürüye açık haldedirler.”
Birçok Afrika ülkesinin havaalanında göreceğiniz şu tablo genel durumu özetlemeye yeterlidir. Afrika’da safari yapmaya gelen turistleri getiren bir uçak ve onları karşılayan tur rehberleri, diğer uçakta iç savaşta kullanılacak silahlar, yandaki uçakta kamplarda yaşayan aç insanlar için BM gıda yardımını taşıyan uçak, diğer uçakta ise fakir ülkeden zengin ülkelerin halklarını doyurmak için gönderilen lüks yiyecek ve hammaddeler…
Afrika’nın ucuz hammadde ve iş gücü kaynağı olarak devam etmesi gelişmiş ülkelerin kârları ve zenginliklerinin devamı için zorunludur. AB ve ABD’nin zenginlikleri Afrika ve Ortadoğu’nun kan, gözyaşı ve terinin akmasına bağlıdır. Bu sistem ustaca yüzyıllardır sürmektedir.
Sudan: Nil’in Kenarındaki Kara Talihli Ülke
Sudan, Afrika’nın toprak genişliği ve nüfus olarak en büyük ülkelerinden birisi. Sudan’ın kuzeyinde açık ve geniş çöl başlıyor. Nil Nehri’nin doğusundaki “Nubian Çölü” ve batısındaki ise “Libya Çölü” … Ülkenin nüfusunun % 25’i bu çöllerde bulunuyor. Ayrıca başkenti ile en büyük şehrinin Nil’in iki yakasında yerleşmiş olarak bulunduğu ve birbirine en yakın olduğu ülkedir. (Hartum (başkent) – Omdurman (en büyük şehir) arası uzaklık: 150 metre.
Tarihi kaynaklara göre; “Sudan” denilirken kastedilen alan, bugünkü Sudan’ın topraklarından çok geniş bir alan. Araplar Afrika’ya girdikten sonra zencilerin yaşadığı ve Kızıldeniz kıyılarından başlayarak Batı Afrika’ya kadar uzanan geniş bir alana “Biladu’s-Sudan (Siyahlar Ülkesi)” adını vermişler. Daha sonra “Bilad” kelimesi atılarak bu bölgeye sadece Sudan denildi. Bugünkü Sudan ise “Doğu Sudan” denilen bölge.
2002 yılında Sudan’a gittiğimizde Hartum ve Port-Sudan’ı ziyaret ettik. Niyetimiz ülkenin genel durumunu ve sağlık sistemini incelemekti. İlk günler Hartum’da Nil kenarında ve ana caddelerde, beyaz ve Mavi Nil’in birleştiği yerde bulunduk. Özellikle Hartum’un bu bölgesi görülmeye değer güzellikte. Turistik otellerin çoğu bu bölgede bulunuyor.
Daha içlere ve çevreye gidilince Hartum’un kenar mahallelerinde yoksulluk ve sefalet manzaraları görülüyor. Ana caddelerdeki asfalt yollar dışında toprak yollar da yol alıyor ve yer yer tozlar içerisinde kalıyorsunuz. Caddelerin kenarlarında küçük tezgahlar veya tekerlekli seyyar satıcı arabaları ile meyve ve sebze satıcıları görülüyor.
Hartum’da Osmanlı zamanında yapılan Camii Kebire gidiyoruz. Caddeler çok kalabalık. Cami ve çevresinde fotoğraf ve video çekmek istiyoruz. Hemen sivil kıyafetli görevliler yanımıza gelip yasak olduğunu söylüyorlar. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince nazikçe ülkenin düşmanlarının olduğunu o yüzden dikkatli olmak durumunda olduklarını anlatıyor ve fotoğraf çekmememizi istiyorlar.
Rehberimiz ABD’ nin Sudan’da bir ilaç fabrikası ve oyuncak fabrikasını bombaladığı ve çok sayıda sivili öldürdüğünü o nedenle yabancılara karşı şüpheyle baktıklarını söylüyorlar. Sudanlı dostlarımız ABD’de seçim sonuçlarının geç açıklanması ve bazen bir ay sürmesi nedeniyle hem onlarla hem kendi sistemleriyle alay ediyorlar. “ABD’liler ne kadar ahmak adamlar, seçim oluyor sonuçlarını ancak bir ay sonra öğreniyorlar, halbuki bizde seçim sonuçları seçimden bir ay önce belli oluyor” diyorlar.
Sudan ile Etiyopya ve Mısır arasında da Nil suları üzerinde yapılacak baraj konusunda gerilim var. Aynı zamanda Güney Sudan’da özerk yönetim ile problemler yaşanıyor. Daha sonra bu bölge Güney Sudan olarak ayrıldı. Güney Sudan’ın petrol ve diğer doğal kaynakları daha fazla olduğu için bu bölgede çatışmaların ve ayrılmanın dış güçlerce desteklendiği anlatılıyor. Ayrıca Sudan’da Ömer el-Beşir ile Hasan Turabi arasındaki anlaşmazlık da ülkeyi zora sokan gerilimlerden biri olarak gözüküyor.
Hartum’da birçok tıp merkezi ve özel klinik olarak kullanılan sağlık merkezlerinde incelemelerde bulunduk. Bunlar daha çok zengin mahallelerde iki-üç katlı büyükçe villalar tarzında yapılmış. Giriş kısımlarında acil-muayane-laboratuar ve müdahale odaları var. Üst katlarda bilinen ve tercih edilen doktorların muayenehaneleri bulunuyor. Bu özel kliniklerde muayene ve müdahaleler yapılırken bazen doğum ve ameliyatların da yapıldığını söylüyorlar. Daha zengin olan azınlık bir kısmın ise doğum ve diğer sağlık ihtiyaçları için İtalya, Fransa ve İngiltere’yi tercih ettiklerini anlatıyorlar.
Daha sonra devlet-halk hastanelerinden birine gittik. Hartum’un merkezindeki oldukça büyük ve kalabalık hastaneyi ziyaret ettik. Ortopedi servisinde hastalar on kişilik koğuşlarda yatıyor, bazı hastalar ise yer yokluğundan koridorda sedyeler üzerinde yatıyordu. Koğuşların kapısından hastalara şifa dileyip Türkiye’den selam getirdiğimizi söyleyip ayrılacaktık. Bir ayağı alçıda olan bir hasta elini kaldırarak yüksek sesle bir şeyler söyledi. Rehberlik yapan Sudanlı doktor arkadaş hastanın bize “Madem Türkiye’den gelmişler, madem hekimler bizi ziyaret ediyorlar. Niye kapıdan bakıp gidiyorlar, yanımıza gelsinler elimizden tutsunlar” dediğini anlattı. Biz de hastanın bu isteği üzerine diğer hastaların da elini tutarak şifa ve selam dileklerimizi ilettik. Bu söz hekimlik hayatımda bana özel bir ders oldu. Hekim olduğumuz için gördüğümüz her hastanın bizden bir şeyler beklediğini, onlara hiç olmazsa moral vermek ve şifa dilemek gerektiğini öğrendim.
Sudan’ın ikinci büyük şehri Port-Sudan’a gidiyoruz. Kızıldeniz’in kenarında çöller arasında bir vaha gibi Port-Sudan. Misafir olduğumuz Sudanlı dostumuzun Kızıldeniz kenarındaki iki katlı evinin terasında gece mehtap altında sohbet ederken bir arkadaşımızın okuduğu Rahman suresi gönlümüzde derin tesirler bırakıyor. Port-Sudan’da ziyaret ettiğimiz devlet hastanesi daha geri şartlarda çalışıyordu. Öyle ki üç katlı hastanenin asansör olarak kullanılan kısmında eski bir teknoloji olan ve makara sistemi ile çalışan, geniş ahşap tabanlı kısma sedyeler konuyor, ahşap taşıyıcının çevresine bağlanmış kalın urganlarla çekilerek hareket ettiriliyordu. Hastanenin koğuşları da eski zaman hastanelerini hatırlatıyordu.
Sevakin yarımadası Port-Sudan’a yaklaşık 30 km uzaklıkta eski bir yerleşim yeri. Buraya kadar geldikten sonra Sevakin’i görmeden dönmek olmazdı. Sevakin Yarımadası daha önceki dönemlerde gemiyle hacca gideceklerin toplandığı ve gemilerle Cidde’ye hareket ettikleri liman olarak gelişmiş.
Habeşistan’a görevlendirilen Osmanlı paşalarının, stratejik konumu ve ulaşım kolaylığı dolayısıyla ikamet ettiği Sevakin Adası’nda bizim gördüğümüzde evler ve binalar harabe halindeydi. Ayakta kalan taş binalardan biri de Osmanlı paşalarına ait kırk odalı konak olarak bilinen Paşa Konağı idi. Türkiye ile Sudan hükümeti arasında yapılan anlaşmaya göre Sevakin Adası restore edilerek turizme ve ticarete açılacak inşallah.
Nijer: Mazlum ve Mağrur ülke
2007 yılında Nijer’e sağlık ve gıda yardımı yapan gönüllüler ekibindeki STK’ların bir üyesi olarak gitmiştim. Başkent Niamey’de bizim otobüs terminallerinden birini andıran havaalanından, kontrollerden geçtikten sonra kısa bir şehir turu ve dinlenme yapıyoruz. Önümüzde uzun ve zahmetli bir yolculuk var.
Başkent Niamey; Afrika’nın en uzun nehirlerinden biri olan ve ülkeye adını veren Nijer nehri kıyısında yaklaşık 2 Milyon nüfuslu bir şehir. Birçok Afrika şehrinde gördüğümüz asfalt ile yeni tanışmış caddeler, kerpiçten evler, teneke dükkanlar, açık tezgahlarda satış yapan seyyar satıcılar, benzini bidonlar ve şişelerle satan petrol istasyonları, uzun sömürge yıllarından kalma alışıldık manzaralar. Bize en ilginç gelen şeylerden birisi ise Nijer Nehri kıyısında çamaşır yıkayan erkekler. Bu manzara, Nijer’de bir iş ve hizmet sektörü imiş.
Afrika’nın ve dünyanın en yoksul ülkelerinden birisi Nijer. Mutluluk araştırmalarında ise en önde geliyor. Nijer, aç ama mutlu insanlar ülkesi. Yıllardır Nijer’i sömüren Fransa ise en zengin ülkelerden olmasına rağmen en mutsuz ülkelerden birisi. Hırsızlıkla kazanılan mal ve servet, sahibine huzur ve mutluluk getirmiyor.
Yüzyıllardır Afrika’nın ‘Frankofon’ denilen ülkelerinin her türlü doğal kaynağını sömüren Fransa, Nijer’de de eski alışkanlığını sürdürüyor. Farklı yöntemlerle de olsa Nijer’in kaynaklarını ülkesine aktaran Fransızlar, gözünü uranyuma dikmiş durumda. Ülkenin uranyum kaynakları çok ucuz bir şekilde Fransa’ya aktarılıyor.
Nijer, yüz ölçümü olarak Türkiye’den çok daha geniş topraklara sahip ama %90’a yakını çöllerle kaplı. Çok sayıda yerel dilin konuşulduğu ülkede baskın bir Fransız etkisi göze çarpıyor. Zaten diğer komşu ülkeler gibi resmi dil de Fransızca. Fakirliğin pençesindeki Nijerliler için rejimin niteliği de pek önemli görünmüyor. Yoksullukla mücadele eden halk bunları sorgulayacak durumda değil. Yani ülkeyi kim sömürüyorsa o yönetiyor.
Nijer halkının %99’u müslüman. İnsanlara “Selamün Aleyküm”’ dediğinizde sımsıcak bir gülümseme ile aranızda sıcak bir bağ kuruluyor. Nijer halkı ile Fransa’da işçi olarak çalışıp emekli olduktan sonra kendini Nijer’deki yardım faaliyetlerine adamış Mikdat Güler’in tercümanlığı ile anlaşıyoruz.
Camiler kerpiçten yapılmış, küçük ve bakımsız. Ama cemaate yetmiyor. Kur’an-ı Kerim eğitimi tahta levhalar üzerine yazılmış Kur’an sayfalarıyla yapılıyor. Önceden bu usulün Kur’an-ı Kerim kitapları olmadığı için yapıldığını zannediyordum. Daha sonra ise bu usulün geleneksel Kur’an eğitimi ve hafızlık için bölgede yaygın bir usul olduğunu öğrendim.
Siyah Afrikalılar, beyaz Müslümanları görünce çok memnun oluyorlar. Özellikle diğer Hristiyan kabilelere karşı “Bizim de beyaz Müslüman kardeşlerimiz var” diye övündüklerini söylediler. Türkiye’den gelen Müslüman beyaz insanlara, yardım kuruluşlarına bakışları ise çok daha samimi ve sıcak. Türk bayrağı ile gelen sivil toplum kuruluşlarını görünce “Teşekkürler Türkiye” diye sesleniyorlar.
Afrika’da Nijer’in yanı sıra birçoğumuzun adını bile duymadığı ülkelerde milyonlarca insan, açlık ve sefaletin pençesinde yaşam mücadelesi veriyor. Yıllarca Fransız sömürgesi altında ezilen bu insanlar, dünyadan gelecek yardımlara muhtaç. Afrika’nın fakir ama gururlu insanları, özellikle İslam ülkelerinden ve Türkiye’den ilgi ve yardım bekliyor. Türkiye ise Nijer başta olmak üzere pek çok Afrika ülkesine hem resmî kurumlar hem de sivil kuruluşlar vasıtasıyla yardımlar yapıyor, destek oluyor.
Bizler de işte bu kapsamda Niamey’den yedi yüz km uzakta Tesau bölgesine hareket ediyoruz. Asfalt yollar yer yer düzgün ve sağlam ama çoğunlukla çukurlar nedeniyle yolculuğumuz yaklaşık on sekiz saat sürüyor. Grup idarecimiz İbrahim Ceylan’ın söylediğine göre “bu bölgenin merkeze uzak olması, sağlık tesislerinin yetersiz olması ve diğer bölgelerden daha fakir olması” nedeniyle tercih ediyoruz. Dinlenme ve iş bölümü sonrası ertesi gün hızla çalışmaya başlıyoruz. Çünkü çalıştığımız sağlık merkezlerinin önünde günler öncesinden gelip Türkiye’den gelecek sağlık ekibini bekleyen yüzlerce hasta var.
Bir grup sağlık ekibi göz ve katarakt ameliyatları yapmak üzere organize oluyorlar. İçlerinde katarakt konusunda uzman, Afrika’ya defalarca gelmiş, en zor şartlarda başarıyla göz ameliyatlarını yapan Dr. Selim Genç ekip başı olarak bulunuyor. Diğer iki göz hekimi arkadaşla beraber her gelişlerinde yaklaşık 250-300 katarakt ve göz ameliyatı yapıyorlar.
Diğer grupta Kadın Doğum, Genel Cerrahi ve Üroloji hekimleri var. En çok fıtık, hidrosel, Lipom, Fistül ve diğer ameliyatları yapıyorlar. Onlar da sabah 08.30’da başladıkları ameliyatları akşam 22.00’da zor sonlandırıp dinlendiğimiz eve dönüyorlar. Ekipler tüm yorgunluğa, zor şartlara, meşakkate rağmen neşe ve muhabbet içerisinde bu insanlara faydalı olmanın mutluluğu ile fedakârca çalışıyorlar.
Radyolog olarak grupta ultrason yapıyor ve sağlık merkezindeki röntgen cihazıyla çekilen grafileri değerlendiriyorum. En ilginç vakalardan birisi sekiz-on yaşlarında bir çocuğun mesanesinde yumruk büyüklüğünde bir taş tespit etmiştim. Çocuk idrar yaparken sürekli ciddi ağrıdan şikâyet ediyordu. Üroloji doktorumuz ameliyat imkanlarımızın yeterli olmamasına rağmen bu çocuğun ameliyatını yaptı. Çocuğun ve ailesinin ameliyat sonrası sevinci görülmeye değerdi.
Hastaları operasyon sonrası sağlık merkezinin on yataklı servisinde yatırıyorduk. Ama bu servis yatakları çabuk dolduğu için ilk günden itibaren hastane bahçesinde ağaçların altına, kumlar üzerine temiz örtüler serip bazı hastaları buraya yatırıyorduk. Ertesi gün bu hastaların ameliyat sonrası takipleri ve vizitlerini yapıyor, tedavilerini düzenliyorduk. Muayene olan hastalara bir kısmını Türkiye’den getirdiğimiz bir kısmını ise o bölgedeki eczanelerden aldığımız ilaçları veriyoruz. Çünkü bu insanların ilaca verecek paraları da yok.
Uzak yerlerden yürüyerek gelip günlerce hastane bahçesinde bizleri bekleyen bu hastalar gayet sakin ve tevekkül içerisinde sıralarını bekliyorlardı. Grup başkanımız İbrahim Ceylan bu insanların çoğunun aç olduğunu söyleyerek onlara her gün çorba pişirtip dağıtmaya başladı. Gerçekten bu insanlar her türlü yardıma muhtaç durumdalar. Çoğu insanın yedikleri gıda süpürge otuna benzeyen ‘Milet’ denilen bir tohumdan yapılan çorba imiş.
Katarakt ameliyatı olup yıllardır görmeyen insanların sevinç ve mutlulukları görülmeye değer. İlk defa gördüğü anne ve babasına hasretle sarılan çocuklar, yakınlarını ameliyattan sonra görebilen genç-yaşlı insanlar çok farklı bir mutluluk tablosu oluşturuyorlar. Bu güzel tabloları yaşamak lazım, kelimeler ve yazılar yetersiz kalıyor.
Cuma namazında bir imam hutbede Türkiye’den gelen sağlık ekibinden şükran ve övgü ile bahsetmiş. Cemaate saygılı olmayı ve sıraya riayet etmeyi tavsiye ederek “Türkiye’den binbir güçlükle bizim için buraya gelen bu kardeşlerimize dua ediyor, sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Benim de iki gözüm görmüyor, ameliyat olmak için sıra bekliyorum, siz de sabırlı olun” diye söylemiş. Bizim ekip daha fazla çalışarak bu imamın da ameliyatını yaptı, görmesi düzeldi elhamdülillah.
Gönüllüler sağlık ve yardım ekibi, sosyal yardımlar içinde gayretli ve hazırlıklı durumda. Türkiye’den hayır yaptırmak için verilen bağışlarla en çok ihtiyaç olan yerler tespit edilerek su kuyuları açılıyor. İhtiyaç durumuna ve öncelik sırasına göre dul ve yetim ailelerden başlamak üzere yüzlerce aileye o bölgede en çok yetişen keçilerden bağışlanıyor. Bir aileye bağışlanan üç keçi o ailenin süt ve peynir ihtiyacını birkaç sene sonrada geçim ihtiyacını karşılayabiliyor. Arkadaşlar bu bağışçılara ve ailelere güzel bir isim bulmuşlar. “Kardeş Aile” ismi verilen bu çalışma oldukça güzel ve önemli bir çalışma. ‘Ailelere balık tutmayı öğretmek’ gibi, bir müddet sonra kendi geçimini sağlayabilecek şekilde bir yardım.
Afrika’ya yapılacak yardımların ‘beyaz adam kompleksi’ ile olmaması gerekiyor. ‘Beyaz Adam Kompleksi’ Afrika’ya medeniyet, teknoloji, demokrasi götürmek üzere yola çıkan, o bölgeye ve insanlara kan, göz yaşı ve sömürü götüren anlayışın adıdır.
Ama artık yolun sonu görünüyor. Artan iletişim ve ulaşım imkanları insanları ölümüne Batı’ya taşırken Afrika insanı kaybettiği zenginliklere kavuşmak için ölümü göze alarak Avrupa’ya sığınmaya çalışmaktadır. Artık dünyanın ‘sömürülen ülkelerden sömüren emperyal ülkelere doğru uzanan mülteci sorunu’ başlıklı önemli bir sorunu var. Bu durum bana Nasrettin Hoca’nın evini soyan hırsızın peşinden kalan eşyaları da alarak gitmesi ve “biz galiba buraya taşınıyoruz” demesini hatırlatıyor.
Bizler ise Afrika’ya kardeşlerimizi ziyaret etmeye, onların derdi ile dertlenmeye, ekmeğimizi paylaşmaya gittik. Gitmeye de devam ediyoruz. Birçok sağlık gönüllüsü dönüşte “Nijer’e yardım için gittiğimi düşünüyordum, ama Nijer bana hayatın anlamını öğretti. Teknoloji ve konfor olmadan yaşamın da güzel olduğunu anlattı, adeta zihnimi ve gönlümü tedavi etti” dediler.
Yaşadığım tecrübelerden anladığıma göre; Afrika’nın yardıma değil, elinden tutulmaya ihtiyacı var. Gönüllüler ekibi olarak Nijer’de ‘Türk Köyü’ adıyla bir eğitim ve sağlık külliyesinin yanına tarım ve hayvancılık merkezleri kurmaya çalışıyoruz. Çünkü en büyük derdimiz olan cehalet, yoksulluk ve tefrika ile topyekûn mücadele etmemiz gerekiyor.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.