
1984 yılının Mayıs ayında Cerrahpaşa Tıp fakultesi son sınıfta öğrenciyken klinik branşların
stajlarını yapıyordum. “Bir aylık Stajlarımdan birisini Almanya’da yapabilirim” diye
düşünerek fakülte yönetimine müracaat ettim. Müracaatımın kabul edilmesi üzerine, İstanbul’da vize ve diğer hazırlıkları yaptıktan sonra Gürün’e gittim.
Gürün’de akrabalarla görüşüp vedalaştıktan sonra teyzemin oğlu Hamit Ağabey , eşi amcam
kızı Hülya ablam ve çocukları Aysel , Hilal ile birlikte 28 Mayıs 1984 tarihinde Almanya
yolculuğuna başlamış oldum. Hamit Ağabeyim ile eşi Hülya ablam Mehmet Amcanın vefatı münasebetiyle izinli olarak Gürün’e gelmişlerdi.
O zamanlar Aysel ve Hilal küçük yaşta idiler. Ağabeyim Opel Kadet marka arabayı
kullanıyor, Hülya ablam ön koltukta ona destek oluyor, ben de arka koltukta hem ön tarafa laf
yetiştiriyor hem de çocuklarla oynuyordum. Şimdi o gün tuttuğum günlüklerden Almanya seyahatimin notlarını paylaştım
Günlük Notlar
Gürün’den 28 Mayıs 1984 günü Saat 14.30 da Suat amcamın pastanesinin önünden yola çıktık. Her ayrılış gibi bu da hüzünlü ve gözyaşları ile oldu. Özellikle teyzemin ve Yüksel ağabeyimin ağlamaları hepimizin gözlerini yaşarttı. Tabii Mehmet Amcamın yakın zamanda vefat etmiş olması da bu gurbet acısına ayrı bir hüzün ekliyordu.
Suat Amcamın sözü ise tebessümle beraber hatırımıza yerleşti. ‘Hayırlı yolculuklar, acele
etmeyin, tez gidin inşallah.’ Bunu söylerken hem dikkatli olmamızı hem de hız
yapmamamızı hatırlatmış oluyordu.
Kayseri’ye doğru yol alırken Hamit ağabeyim bir ilahi söyleyerek efkar dağıtmaya
çalışıyordu. Mazıkıran ve Ziyaret tepelerini geçip, yol kenarında bir çeşmeden su içtik. Yol
boyunca Keban barajından elektrik getiren direkler ve telleri seyrediyoruz. Etrafta buğday,
arpa..vs ekin tarlaları yemyeşil adeta akıp gidiyormuş hissi veriyor. “Bu sene kar ve yağmur
bol oldu, ekinler de verimli olur inşallah” diye düşündüm.
Kayseri-Bünyan çıkışında aracımızı jandarma erleri durdurdu. 12 Eylül Darbesi sonrası
alışılmış jandarma kontrollerinden biriydi.Yolda bize arabaya binmek isteyen olup olmadığını
sordular. Müteakiben yolumuza devam ettik. Pınarbaşı ve Bünyan’da ilçe içerisindeki yollar
çift yol şeklinde yapılmış vaziyetteydi. Uzunyayla denilen bölge boyunca arazi de çok verimli
ve bakımlıydı. Bünyan’da 3 adet fabrika olduğunu öğreniyoruz. Ayrıca yerleşim tarzı da çok
akıllıca.. Evleri tepelere, kayalık yerlere yapmışlar. Verimli araziyi ziraat ve hayvancılık için
ayırmışlar. Bünyan’ın çıkışında baraj gölüne benzer bir su dikkatimizi çekti.
Kayseri’ye doğru giderken “Bozuk satıh 26 km levhası” ile karşılaşıyoruz. Bu durum hem
hızımızı kesiyor hem de moralimizi bozuyor.
Kayseri ili içerisindeki yollar çift yol olduğu için daha rahat ve güvenli. Şehir çıkışında polis
otosu bizi durdurdu. “Hız sınırını aştınız, radara girdiniz” dediler. Hamit ağabeyim itiraz etse
de fayda yok. 2 bin TL ödeyip gelirken “Yaz Selahattin, bakalım başka ceza var mı?” dedi.
Kayseri çıkışında şehirler arası yolda giderken arka koltukta biraz uyukladım. Uyandığımda
araba bozuk bir yoldan geçtiği için çokça çakıl taşı sesleri, takırtılar geliyordu. Sırtımda,
omzumda ise Aysel ile Hilal geziniyordu. Mola verdik. Kırşehir sınırına girmiş, Mucur’a
gelmiştik. İkindi namazı ve çay sohbeti sonrası yola revan olduk. Kırşehir den geçerken
girişteki organize sanayi binalarını fabrika sanan Hamit ağabeyim önce sevinip sonra üzüldü.
“Türkiye de bu fabrikalar olsaydı biz bu gurbet illere Almanya’ya çalışmaya gitmek zorunda
kalmazdık” ‘ dedi.
Akşam namazını Keskin ilçesi içerisinde bir camide kıldık. Hamit ağabeyim bu arada lastiğe
hava vurmak için hava pompası arıyordu. 3-4 petrol ofisine baktığımız halde hepsinde bozuk
olduğunu gördük. Sonunda kendi aracımızdaki el pompası ile lastikleri şişirdik. Ağabeyim
lastiklere hava basarken, Aysel, Hilal ve ben çeşmeden su dolduruyoruz. Ağabeyimin su içme
iştahı çok olduğu için her durakta su takviyesi yapıyoruz.
Saat 21.30 da Kırıkkale çıkışında polis kontrol noktasında durduruluyoruz. Polis sigorta
kağıdı ve selektör kontrolü yapıyor. Hız yapan bir kamyon şoförünün ehliyet ve ruhsatını aldı.
Bu arada Hilal ‘Baba çabuk gidelim, eve gidelim çok yoruldum ‘ diyor.
Elmadağ çıkışında çift yolda giderken, yolun genişliği ve güzelliğinden bahsediyorduk. Bir
süre sonra kamyon-minibüs ve taksinin karıştığı zincirleme bir kaza görünce hayret ettik. Bu
yollarda kaza yapmak için ya acemi ya da kuralsız kullanmak lazım herhalde.
Saat 22.30 civarında Ankara girişindeyiz. Trafik kontrolü için durdurulduk.İlk defa bir
polis selam vererek ve güler yüzle evrak kontrolü yaptı. Saat 23.00 de kısa bir mola verdik.
Hamit ağabey arabanın içinde biraz uyurken ben de petrol ofisinin çimenleri üzerinde yatsı
namazını eda ettim. Tertemiz gür bir şekilde yetişmiş olan çayırlarda secde ederken, gökyüzü
ve yıldızlarla birlikte ibadet ediyor hissi yaşıyor insan. Yola çıktığımızda Etimesgut levhasını
görüyorum. Etimesgut, “Ahi Mesud” isminin değişen hali olup, Anadolu da Ahilik kültür ve
irfanının temsilcilerinden biriydi.
29 Mayıs sabahı arabanın arka koltuğunda uyumanın verdiği rehaveti üzerimden atmaya
çalışıyorum. Gece uyumadan önce Kızılcahamam levhası ve ışıklarını hatırlıyorum, sonrası
sisler arasında uyur uyanık halinde, kopuk fotoğraflar gibi.
Bolu’da sabah molası veriyoruz. Sabah erken saatler hava soğuk ve sisli. Düzce’de yemek molası veriyoruz. Sabah namazını burada kıldık. İzmit –İstanbul arası yeni açılan otobandan geçiyoruz. Yol çok geniş ve güzel, lakin 20-30 km boyunca hiç park ve mola yeri yok.
Saat 11.00 de otoban bitişinde yakın dostumuz, hemşehrimiz Naim Pala ile buluştuk (O günün
şartlarında cep telefonu yokken bu karşılaşma nasıl oldu şaşırıyorum )Yarım saatlik bir mola
ile Naim ağabey ile hoş sohbetten sonra memlekete selamlar yollayıp yola devam ettik.
Levhalarda Harem 14-Üsküdar 15-Kadıköy 16 km yazıyor. İstanbul otobanında 80 km hızla
gidiyoruz. (Hamit ağabeyim yol boyunca 90 km’yi geçmemeye dikkat ediyor. )
İstanbul’da benim çıkış ve vize işlemlerim için uzun süre oyalanıyoruz. İstanbul’da ilk
durağımız Beyazıt’ta Hacı Saadettin Amcaların eviydi. Sonra ben çıkış işlemlerim için
Karaköy Merkez Bankası-İş Bankası-Ziraat Bankası arasında 3-4 defa git gel yapıp, bürokrasi
çarklarında bir tur attıktan sonra Ziraat bankasından çıkış onayı aldık. Oradan bazı eşyalarımı
almak için öğrenci arkadaşlarla İstanbul’da birlikte ikamet ettiğim Sultanahmet‘teki evimize
gittim. Öğle namazı sonrası arkadaşlarla vedalaşıp, Hacı Saadettin amcaların evine geldim.
Ağabeyim ve ablam dinlenmiş olarak beni bekliyorlardı.
Saat 23.30 civarında Edirne’ye doğru yola çıkıyoruz. Dinlenmiş ve rahatlamış bir halde yola
devam ediyoruz. Hülya ablam ön koltukta neşeyle bol bol espri yapıyor anlatıyor. Edirne ‘de
bir mola yerinde uyuyup sabah namazından sonra tekrar yola çıkıyoruz, artık Türkiye sınırları
dışına çıktığımız için başka durak ve uyuma yeri yok. Yollarda başka ülkelerde yaşanabilecek
zorluklar ve sıkıntılar nedeniyle artık Almanya’da Hamit ağabeyimin evinin olduğu
Helmstad’a kadar durmak dinlenmek yok. Tabii asıl zorluk Hamit Ağabeyimde. Hülya ablam
ile ben onun uykusu gelmesin diye sürekli konuşuyoruz. İçimizde ehliyeti olan ve uzun yol
tecrübesi olan sadece Hamit Ağabeyim.
Kapıkule sınır kapısındayız. Pasaport işlemleri kısa sürdü. Bulgaristan sınırında niye
olduğunu bilmediğimiz sulu bir karşılamaya uğradık. Aracımız su dolu bir çukurun
içerisinden geçirilerek sınırdan alındı. Gümrüğe yaklaşırken yüklerimizin indirilmesinden
korkuyoruz. Böyle olursa bir sürü zaman kaybetmiş olacağız.Dua etmeye başladık, etkili
oldu. Gümrük görevlisi kısa bir yoklama ile geçişimize izin verdi. Sınırdan sonra yollarda
uzun bir TIR kuyruğu ile karşılaştık. Biz yanlarından geçerken onlar saatlerce hatta günlerce
bekleyecekler. Allah sabır versin
30 Mayıs günü saat 9.30 civarında Bulgaristan sınırından geçmiş olduk. Bulgaristan,
komünist sovyet egemenliği altında. Varşova paktına bağlı, sosyalist sistemle idare edilen bir
ülke.Ülkedeki tarlalar yemyeşil. Sosyalist sistem ekilmemiş işlenmemiş hiçbir alan
bıraktırmıyor. Nüfusu 8-9 milyon olmasına rağmen Türkiye kadar ürün elde ettikleri
söyleniyor. Sosyalist sistemin çok disiplinli olduğunu, 70 yaşındaki ihtiyarın da, 17 yaşındaki
gencin de çalışmak zorunda olduğunu konuşuyoruz.
Yanımızdan geçen bir Bulgar taksisi ağabeyime önemli bir kural olan araç kemerlerini
hatırlattı. Bu uyarı üzerine kemerleri bağlayıp yola devam ettik.Nitekim biraz sonra trafik
polislerini görünce işin ciddiyetini anladık. Yol kenarında bir trafik kazası enkazı yanına
dikilmiş heykeli görüyoruz. Kazanın en büyük ceza olduğunu hatırlatan güzel bir uygulama.
Şehir içlerinde trafik oldukça sakin.Sokaklarda pek az insan var
Bulgaristan’da Osmanlı zamanından kalma çok sayıda Türk-Müslüman nüfus var. Hamit
Ağabeyim bir defasında yol kenarında bir çocuğun arkalarından “Anavatana selam söyleyin”
diye ısrarla bağırarak koştuğunu anlattı. İnsanın içi sızlıyor. “Acaba neler yaşadı, neler
hissediyor” diye.
Bulgaristan’dan sonra Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’a doğru tekrar yola koyulduk.
Çevremizde düzenli, bakımlı, ekin tarlaları. Bazen Türkçe levhalara da rastlıyoruz. ‘Durmak yasaktır ‘ yazıyor. Biraz ilerde bozuk kıyafetli biri tarafından elinde kırmızı bir levha ile durdurulduk. Polis olduğunu söyledi, 5 leva ceza ödeyip geçtik.
30 Mayıs Saat 16.00 civarında Yugoslavya gümrüğünü nispeten rahat geçiyoruz. İlk
dikkatimi çeken şey asfalt yolların bizdeki gibi yamalıklı olması. Almanların bize ‘Biz size
asfalt yol yapmayı öğrettik, siz de bize asfalta yama yapmayı öğrettiniz’ dediğini anlatıyor
Hamit Ağabeyim. Yugoslavlara da öğretmişiz anlaşılan.
Şehir planlaması ve yerleşimleri güzel görünüyor. Bir plan dahilinde yeşiller içerisinde
yerleşmiş düzenli evler görülüyor. Saat 17.15 de Niş şehrine geliyoruz. Üst üste tünellerden
geçiyoruz. Sarp kayalık dağlar arasında açılan tüneller yolumuzu kısaltıyor.
Niş şehri Yugoslavya’nın en büyük şehirlerinden birisi. Geniş bir alana yayılmış, ama bizdeki gibi
beton yığını apartmanlar görünümünden uzak. Adeta yeşillerin koynunda bir şehir.
Yugoslavya da sosyalist rejimle idare ediliyor, ama Bulgaristan’a göre nispeten daha serbest.
Yol kenarında meyve sebze ve bazı basit şeyler satıyorlar.
Niş şehrinden Belgrad’a doğru ilerliyoruz. Bir benzinlikte mola verdik. Çayırlar üzerine
battaniye serip ikindi namazını kılıyoruz. Belgrad yolu üzerinde tamir çalışması olan bir
bölümden geçiyoruz. Ağabeyim bir kamyonun peşine takılıp bu zor bölümü geçmeye
çalışıyor. Yol gittikçe daha kötü ve dar bir hal aldı. Biz de başka çıkış yolu aramaya başladık.
Birkaç vatandaşa tarzanca yol sorduk. Nafile. Nihayet ileride başka bir yola girdik. Böyle
durumlarda yol değiştirmek yasak olduğu için polisler ceza yazabiliyormuş ama korktuğumuz
olmadı.
30 Mayıs saat 19.45 civarında ‘Belgrad 40 km’ levhasını görüyoruz. Güneş batarken,
ufuktaki tepelerde oluşan kırmızılığın arasında yükselen TV antenlerini görüyoruz. Belgrad da
çok düzenli ve planlı bir şehir. Ağabeyim plan ve projelerinin bizzat devlet başkanı Tito
tarafından yapıldığını söyledi.
Zagrep’e doğru yol alıyoruz. Yanımızdan 54 plakalı bir TIR hızla geçti. Hemşehrimizi
gördüğümüze sevindik ama hızlı gitmesinden dolayı endişe ettik. Dikkatimi çeken bir şey de
şehirlerarası yolda direklerdeki aydınlatma ışıklarının iki taraflı olmasına rağmen aralıklı
olarak diğer yönde bir lambanın yanmaması oldu. Tasarruf tedbirleri diye düşündük, ama
belki de lambalar bozuktu.
Zagrep yolunda üzerimizdeki yorgunluğu atmak için ani bir şevkle hep beraber ilahi
söylemeye başladık. Üçlü koroya Aysel ve Hilal’in sesleri hoplamaları ayrı bir hava
veriyordu. ‘Sordum sarı çiçeğe’ ilahisinden başlayıp, ‘Hakyol İslam Yazacağız’a kadar devam
eden bir koro-solo vs bir durum. Bizim koro Hamit Ağabeyimin nispeten uykusunu
kaçırırken, benim de sesim kısmen kısıldı.
Saat 22.30. da bir benzinlikte mola veriyoruz. Ağabeyim ve diğer araçtaki yol arkadaşı
arabanın içinde uyumaya çalışıyorlar. Ablamla biz bagajlara ve araçlara gözcülük etmek hem
de biraz hareket etmek için dışarıda yürüyoruz. Ablam ev sahibi ile tartışmalarını, diğer Türk
aileleriyle görüşmelerini ve bir çok ailedeki dejenerasyondan bahsediyor. Hava serin olduğu için dışarıda üşüdük. 01.30 da Ağabeyimi uyandırdık. Yola çıkıyoruz. Bir-iki ilahi ve espri denemesi sonuç vermedi. Uyukluyorum.
31.Mayıs sabah saat 8.00 de Zagrep yakınlarında bir lokantanın önünde duruyoruz. Kısa bir
mola, namaz ve su tedarikinden sonra yola revan oluyoruz. Yolumuz Zagrep’in dışından
geçiyor. Uzaktan çok güzel ve yemyeşil bir şehir olduğunu görüyorum.
31 Mayıs Saat 10.45 Perşembe günü Madebor şehrinin içinden geçiyoruz. Binalarda eski
tarihi bir yapı havası hakim. Sokakları diğer şehirlere göre nispeten kalabalık. Yugoslavya’nın
diğer sosyalist blok ülkelerine göre daha lüks giyimli kızlarına ablam ‘Tito’nun kızları’ diyor.
31 Mayıs Saat 11.30 da Avusturya sınırını geçiyoruz, sınırda ‘Güntag’ diye karşılanmak
bizim ekibin hoşuna gidiyor. “Almanya’ya gelmiş gibi olduk” diyorlar. Şimdiki hedefimiz
Avusturya’nın Salzburg şehri..
Avusturya’nın ev tipleri çok ilginç. Kendilerine has bir mimarileri var. İki katlı balkonlu, dik
çatılı evler. Ormanların, yeşilliklerin içerisinde çok güzel duruyor. Otobanları da çok güzel,
Ayrıca 5-10 km arayla park yerlerinin olması yolculara büyük rahatlık sağlıyor.
Graz şehrinden geçiyoruz. İlk defa bir şehirde duvar reklamları görüyoruz. Bulgaristan’da
duvarlarda işçi resimleri görmüştük. Şehrin çıkışında bir tünelden geçiyoruz. Şimdiye kadar ki
tünellerin en bakımlı olanı ve ışıklandırması da mükemmel. Birkaç km sonra daha büyük bir
tünele girdik. 8.320 metre uzunluğunda. Bu tünel de çok güzel yapılmış. Diğer yöndeki tünel
tamamlanmadığı için iki yönlü araç trafiği biraz zorluyor bizi.
Bizim saatler 13.30 u gösterirken, Avusturya saatleri 12.30 gösteriyor. İçinden geçmekte
olduğumuz kasabada taksi şeklinde müşteri gezdiren ufak uçaklar var. Her biri arkasına bir
tane planör bağlamış, çekiyor. Bir müddet sonra planörden bağlantıyı koparıp o hızla devam
ediyorlar.
Saat 17.30 civarında Almanya sınırından geçiyoruz. Sınıra yakın bir köyde ilk dikkatimizi
çeken bir futbol maçı oldu. Almanya’da köylere kadar yaygın futbol sahaları var. Bir
benzinlikte mola verdik. İlk defa jetonlu tuvalete gidiyorum. Musluklar fotoselli. Önünde
durunca ve el uzatınca su akmaya başlıyor.
İkindi namazından sonra Münih’e doğru yola çıkıyoruz. Münih’e 100 km açıktan geçiyoruz.
Yol kenarında küçük bir göl var. Kıyısında küçük yelkenliler bulunan güzel, şirin bir göl.
Münih’in 20 km açığından geçip Stutgard’a doğru yol alıyoruz. Yolda devamlı değişen
manzaranın güzelliği, bakımlı ve yeşiller içerisinde evler dikkatimi çekiyor.
Saat 21.30 olmasına rağmen hala hava kararmadı. Stutgard’a doğru otobanda gidiyoruz. 100
km hızla giderken yanımızdan hızla geçen arabaların hızını tahmin etmeye çalışıyoruz.
Almanya’da otobanda hız sınırı yok. Hatta otobanda yavaş gidenlere ceza yazıyorlar. Bir
benzinlikte duruyoruz. Benzinci kırık bir şive ile Almanca “Normal mi ? Süper mi ?” diye
soruyor. Türk olduğumuzu öğrenince ağabeyimle sohbete başlıyor.
Wendingen şehrinin dışından geçerken güneş ufukta batıyor. Almanların şehirleri çok yeşil
ve düzenli. Şehir merkezlerinde bile apartman çok az. Genelde iki katlı müstakil evler.
Ağaçlar ve yeşil ekinler içerisinde iki katlı müstakil evler çok güzel bir manzara oluşturuyor.
Stutgart’ın içerisinden geçiyoruz. Şehrin dışında havaalanının yanında ilerliyoruz. Hamit
ağabeyim “Bizim kaldığımız köye 1 saatlik yol kaldı “diyor.
Önce Körnwestheim kasabasına uğruyoruz. Gülten ablamların evi burada. Ablamların
evinin ön kısmında market dedikleri küçük bir dükkânları var. Hepsi bizi sevinçle karşıladılar.
Murat beni unutmamış, hemen yanıma geldi sarıldık. Gülten ablam durgundu, sanki amcamın
vefatını hissetmiş, bizden haber bekliyor gibiydi. Kimse acı haberi vermek istemiyordu. Ben
söylemek zorunda kaldım.Bir de Kuranı kerim’den kısa bir bölüm okudum. Tabii ablamın
ağlaması bizim de üzüntümüzü yenilemişti. Gurbette acılar da sevinçler de bir başka
yaşanıyor.
Saat 01.10 da oradan ayrıldık. Tacettin Amcamlara gidiyoruz. Helburn kentinin yanından
geçiyoruz. Audi otomobil fabrikası ve birkaç adet daha meşhur fabrikanın bu şehirde
olduğunu söylüyor ağabeyim. Hatta “Sadece bu şehirdeki fabrikalar Türkiye’de olsa bize
yeter” diyor.
Gittiğimiz otoban çok güzel yapılmış. Geniş ve sağlam. Aracın içerisinde hiç sarsılmadan yol
alıyoruz.120 km hızla giderken bile yanımızdan hızla diğer araçlar geçip gidiyorlar. Biraz
ilerdeki bir otoban kısmının “savaş veya ihtiyaç halinde uçak bile inebilecek şekilde
yapıldığını” söylüyor ağabeyim.
Saat 02.00 civarında Amcamın kaldığı hayma geldik. Ağabeyim ve ben amcamın kaldığı
bölümün kapısını çaldık, ama kimse açmadı. Arkadaşları başka bir arkadaşın yanında
olduğunu söylüyorlar. Sürpriz yapmak istiyoruz, ağabeyim saklanıyor. Kapıyı açan
arkadaşına ‘Ben Türküm’ deyip içeriye daldım. Koşup amcama sarıldım.Amcamın sürpriz
şaşkınlığı ve sevinci bizim hasret duyguları ve memleket haberleri bir arada yaşandı. Birlikte
eve geldik.
1 Haziran Cuma… Sabah uyandıktan sonra banyo yapıp Cuma namazına gittik.Sinseim
İslam merkezinde büyükçe bir salon ve iki de odası olan bir yeri mescid yapmışlar. Her yer
doluyor.Hutbe Türkiye’de okunan hutbelerle aynı. Namazdan sonra mevlit okunacakmış,
kapıda imsakiye dağıtılıyordu. Diyanetin buradaki vatandaşlarımızın şartlarına uygun hizmet
sunması gerektiğini düşünüyorum.
Alışveriş yapmak için bir süpermarkete gittik. Çok düzenli ve temiz, ayrıca her şey var adeta.
Market arabalarını alıp her istediğini içine koyuyor sonra da çıkarken ödüyorsun. Çok
kullanışlı, fazla kişinin çalışmasına da gerek yok. Veznede hesap alan kişiler ve rafları dizen
kişiler dışında çok fazla kişiye ihtiyaç yok. Biraz ilerde inşaat ve yapı malzemeleri satan
başka bir market var. Yapı ve inşaat üzerine ne istersen var.
Dönüşte marketten aldığımız Tercüman ve Hürriyet gazetelerini okuyorum. Tacettin amcamın
kaldığı hayme geliyoruz. Küçük odalardan oluşan işçi evlerine ‘haym’ deniyormuş. Küçük bir
odada iki arkadaş birlikte kalıyorlar. Ranzalarının üzerinde seccade asılı. Bir de amcamla babamın birlikte resimlerini asmış. Çok duygulandım.
Haymın sahibi Ürdün’lü bir Arapmış. Buradan kazandığını Ürdün’e gönderiyormuş. İyi bir Müslüman olduğunu söylüyorlar. Dün akşam itibarıyla Ramazan Ayı başladığı için sahura kalkmış, oruca niyet etmiştik. Almanya’da kuzey kutbuna daha yakın olduğumuz için iftar saat 22.00’ye yakın oluyor.
Sahur da gece saat 03:00 de bitiyor. Yaklaşık 19-20 saat oruç tutuyoruz. Bizim için neyse de
çalışan işçi kardeşlerimiz için zor. Allah yardımcıları olsun.
İlk İftarı Hamit ağabeylerin evinde yapıyoruz. Sinseim de teravih kılınıyormuş, lakin
gidemiyoruz. Benim pasaport işlemleri için sabah Karlsruhe’ye gitmemiz gerekiyor. Sabah
pasaporttaki kağıdı okuduğumuzda Karlsruhe’ye gitmemize gerek olmadığını, herhangi bir
polis merkezinde de bu işlemin yapılabileceğini anladık.
Tacettin amcamların hayme gidiyoruz. Orada biz sohbet ederken Hamit Ağabeyim traş
yapıyor. Eski berberlik sanatını devam ettiriyor. Biraz sonra kapıda Adnan Eniştem ve Veli
Eniştem gözüküyor. Hayretle karışık bir sevinç yaşıyoruz. Eniştemin karaciğer kist
ameliyatından dolayı rahatsızlığı devam ediyor. Ameliyat sonrası antibiyotik zinciri
koymuşlar hala duruyor. Sık sık ağrı nedeni ile karnını tutuyor.
Biraz hoşbeşten sonra kalkıp Hamit ağabeyimin eve geliyoruz. Gülseven ablam ile
buluşuyoruz. Ablamın hem sevinçten hem de hüzünden gözyaşları başlıyor. Amcamın vefat
haberini alması onu da çok üzmüş. Tacettin Amcam da yeni öğrendi. Evde hüzünlü ağır bir
hava oluştu. Kuranı kerim okuyup teselli edici birkaç söz söylemeye çalıştım. Gurbette
hasretlik acısına birde vefat haberlerinin acısı eklenmişti.
Artık Hamit ağabeyimlerden ayrılma vedalaşma zamanı gelmişti. Hülya ablam-Aysel-Hilal ile
de vedalaştık. Adnan eniştem ve Ablam ile beraber Veli Eniştenin 84 model Steyşın Kadett
otomobili ile Gülten Ablamlara gidiyoruz. Taziye ziyareti yapmadan gitmek olmaz diye
düşünüyorlar. İftarı yaptıktan sonra ayrıldık. Veli eniştenin evinin önüne geliyoruz. Burada
Adnan eniştemin Ford marka otomobiline geçtik. Triberg’de ablamların evine vardığımızda
saat 01.30 u geçmişti.Yeğenim Zemçi çok büyümüş. Mine de öyle. Canan zaten uyuyamamış
sevinçle kucaklaştık. Sabah Pazar günü olduğu için rahatça dolaştık, gezdik, birlikte Vasafal
dedikleri şelaleye gittik. Şelalenin yanında çimenliklerde namaz kılıyorum.Bazı Almanlar
fotoğrafımı çekiyorlar, ilginç geliyor onlara herhalde.
5 Haziran Salı 1984. Hafta içi çocuklar okula gidiyor, biz de eniştem ve ablam ile Triberg’in
çevresini geziyoruz. Triberg-Villingen civarı çok yeşillik ve ormanlık. Hatta bir kısmına
Şwarzvald (Kara orman) diyorlar. Wasafal dedikleri şelale de çok güzel.
Pazartesi günü süt ve yumurta almak için Şwarzvalt tepesinde bir çiftçi evine gidiyoruz.
Kıvrım kıvrım bir yolla çıkılan tepenin üzerinde tipik bir Alman mimarisini yansıtan 3 katlı
bir evin önünde duruyoruz. Önce Mine sonra eniştem ve ben içeri giriyoruz. Mine’nin
Almancası daha iyi olduğu için tercümanlık görevi yapıyor.
Kapıdan girişte yoğun bir ahır kokusu var. Karşıdaki kapıyı açınca Alman ailenin orada
yemek yediğini gördük. İstediğimiz süt ve yumurta biraz sonra hazır. Ahırı gezmek istediğimi
söylüyor eniştem. Alman çiftçi anlayışla karşılıyor.Ahır çok temiz. Gübreler çok pratik olarak temizleniyor. İneklerin bizim Anadolu ineklerinin 2 katı büyüklükte olması dikkatimi çekiyor.
Alman çiftçi bu ineklerin sigortalı olduğunu, muayene gerektiği anda yakında bir veteriner
hekimin hemen gelip muayene ettiğini söyledi. Hekim ve ilaç ücretinin kendisi tarafından
ödendiğini söyledi. Ahırın yan tarafında süt kovaları var. İneklerden hiç el değmeden sağılan
sütler borularla bu kazanlara akıyor. Kazana gitmeden önce bir filtre ile temizleniyor. Evin
etrafındaki geniş alan ineklerin otlaması için ayrılmış, onların hoşlandığı ekinlerden ekilmiş.
6 Haziran Çarşamba : Bugün eniştem ile Triberg’teki küçük hastaneyi gezdik.Hastane
büyükçe bir sağlık merkezi gibi. Hastanede birkaç ana bölüm var. Dahiliye, Kadın doğum,
fizik tedavi, genel cerrahi..gibi ana bölümler. Hastanenin içi çok temiz ve modern. Laboratuar
cihazlarının modernliği ve temizliği dikkatimi çekti. Bizim birkaç eski cihazdan oluşan
laboratuarlarımız gözümün önüne geldi.Hastane ağaçların arasında, etrafı çimenlik ve
tertemiz. Üstelik çok sakin.Aşırı bekleme ve kalabalık yok.
Aile hekimliği sisteminden dolayı hastalar hastanede yığılmadan, beklemeden randevu sistemi
ile tedavi oluyorlarmış. Üstelik randevuyu da aile hekimi alıyormuş. Ne güzel bir sistem.
Hastanede eniştemin ameliyat yerinin pansumanını yaptırdık. Yazdıkları ilacı almak için
eczanelere gidiyoruz, bulamıyoruz. Meğerse ilaç değil pansuman için kullanılan antibiyotikli
zincir imiş. Nihayet Neubacher’de bir eczanede bulduk.
Öğleden sonra evde iş yapmak için eniştemin çalıştığı hastaneye gittik. Eniştem kendi çalıştığı
makineyi gösterdi. Biraz eski bir model galiba. Fabrikada çalışan birkaç Türk daha var, birkaç
da başörtülü bayan çalışıyor.
Akşam hep beraber sohbet ederken fabrikadan alınan ev işlerini yapıyoruz. Hem evde oturup
sohbet ediyor hem de iş yapıyorsun. Özellikle ev hanımları için ideal. Zemçi ve Mine’ye
akşamları Kuran okutuyorum. Komşuları Karadenizli bir hanımdan öğrenmişler.Güzelce
okuyorlar.
Ertesi gün Eniştem ve ablamla beraber Willingen Şiveningen’e çocuk hastanesine gidiyoruz.
Öğle saati olduğu için çocukların uyku saati idi. Perdeler kapalıydı. Hastane ve çevresi çok
sakin ve sessizdi. Bizdeki hastanelerin hasta ve yakınından oluşan kalabalığı, sesleri,
koşuşturmaları, çocuk ağlamaları aklıma gelince gülümsedim. Temizlikçi kadın Türk idi.
Biraz sohbet edip ayrıldık. Yan tarafta büyükler hastanesi var.Aradaki alan ağaçlık ve
çimenlik. Alt kısımda otopark alanı var. Ambulanslar, doktor ve hasta araçları burada
duruyor. Büyüklerin kaldığı hastanede temiz, düzenli ve sessiz.
Bizdeki hasta ziyaret saatleri uygulamasının aksine günün her saatinde ziyaretçi gelebiliyor.
Ziyaretçileri kontrol eden, arayan, soran, engelleyen yok. Hasta odaları 3 kişilik. Kapılar
koridordan içeri doğru bir girinti ile açılıyor. Bu ufak girinti alanında el temizliği için
bastırmalı bir kolonya-dezenfektan var. Üst katta ablam ile bir odaya giriyoruz. Odadaki
hastalardan biri Türk’müş. Kimsesi yokmuş, onu ziyaret edip çıkıyoruz. Herhalde o hastanın
duası makbul olmuş bizi oraya çekmiş diye düşündük.
Başka bir gün Canan’ın okuduğu engelliler okuluna gidiyoruz. Triberg’e 20 km mesafede.
Yine yeşillikler içerisinde tertemiz güzel bir okul. Her şey engelli çocukların eğitimine uygun hazırlanmış. Kum havuzu ve terapi için at binme alanı bile var. Çok hoşuma gidiyor. İnşaallah
bir gün bizde de olur diye düşünüyorum.
Eniştem ile yakın yerleşimlerde birkaç camiyi ziyaret ediyoruz. Willingen de bir Türk
camisinin yetkilisinin anlattıkları ilgimi çekiyor. Camii bir apartmanın giriş katında. Mescit ve
mihrap kısmı yan komşunun odası ile bitişik imiş. Ramazan ayında yatsı namazı ve teravih
geç vakte kadar sürdüğü için yan komşu sesten rahatsız oluyor ve şikâyetçi oluyor.
Belediye başkanı konuyu çözmek için bizim camii yetkilisi ile yan komşuyu davet ediyor.
Görüşmede Alman komşu gece saat 24.00’ e kadar ses ve gürültü olduğunu, rahatsız
olduğunu söyleyince, belediye başkanı “Niye bu saatlerde gürültü yapıyorsunuz? diye bizim
yetkiliye soruyor.
O da “Bizim dini ibadetlerimizin saati böyle” diyor. Başkan “Bu ibadetleri daha erken saatte
yapsanız olmaz mı?” diye soruyor. Bizim yetkili “Bu ibadetlerin saati böyle, biz
değiştiremeyiz” diyor. Sonuçta başkan Alman komşuya “Dini ibadetleri böyle, senin anlayış
göstermen lazım” derken, bizim yetkiliye “Müstakil, kimsenin rahatsız olmayacağı bir yer
ayarlayana kadar ibadetleri daha sessiz yapmalarını” söyleyerek konuyu çözüyor.
İstanbul’da planladığım gibi Almanya’nın ………………. Şehrinde yaklaşık 1 ay süren
stajımı yapıyorum.
Bir müddet sonra dönüş vakti gelince Stutgard’tan Amcam, Hamit ağabeyim ve Adnan
eniştemin refakatinde uçağa biniyorum. İstanbul Yeşilköy havaalanına dönüşle yolculuk sona
ermiş oluyor.
Aklımda kalan bazı Almanca kelimeler;
Griss God: Allah’ın selamı olsun. Adey Wideseen: Allaha ısmarladık
Enşuilding: Özür dilerim Tut miye light: Üzgünüm, elimden bir şey gelmez
Anmeldung: Danışma Verbaten: Yasak Dicken : İtiniz Zicken:Çekiniz
Naturlich: Tabii Erlich: Doğru
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.